Society, Politics, and Economy in Modern Turkey: Sociology of Turkey - Maintained by Tugrul Keskin
We are at a point in our work when we can no longer ignore empires and the imperial context in our studies. (p. 5)
― Edward W. Said, Culture and Imperialism

Tuesday, September 22, 2015

Bildiri Çağrısı (Call for Papers): Politik Felsefe ve Wittgenstein - 15 Ekim 2015

Politik Felsefe ve Wittgenstein 
İÜEF Felsefe Bölümü – Politik Felsefe Günleri  
http://politikfelsefe.org/  

İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü 2015 yılından itibaren Politik Felsefe Günleri’ni düzenlemeye karar vermiştir. Politik Felsefe Günleri,Türkiye’deki önemli bir boşluğu doldurmak niyetindedir. Bu felsefe günlerinin birincisinin konusu “Politik Felsefe ve Wittgenstein” olarak belirlenmiştir.Bu bağlamda ülkemizde mantık, dil felsefesi ve epistemoloji gibi konular etrafında ele alınan Wittgenstein’ı farklı boyutlarıyla tartışmaya davet ediyoruz.İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü olarak Wittgenstein’ı politik felsefe açısından incelemeye çağırıyoruz.
Wittgenstein’ın ikinci dönemiyle açtığı yolun, egemen öznellik kavrayışıyla girdiği kopuş açısından irdelenmesi amacını gütmekteyiz. Geleneksel felsefenin özne ve bilgi eksenli modeline karşın Wittgenstein yapıtı bir çözülmeyi ve karşı duruşu ortaya koymaktadır. Öznellik ve şeffaflık iddiasının eleştirildiği bu şüpheci tavrın, mevcut dünyanın halleri ve yaşam dünyalarının kuruluşu açısından değerli olduğu açıktır.
Hiç şüphesiz Wittgenstein kendi isminin “Politik felsefe” terimiyle yan yana durmasına şaşırırdı. Ancak son yıllarda gerek Kıta Avrupa’sında gerek Anglo-Sakson dünyada Wittgenstein düşüncesini politik ve toplumsal teori açısından belirginleştiren çalışmalar yapılmaktadır. Feminizm, toplulukçuluk ve gündelik yaşam gibi temalar Wittgensteincı kavramların ışığında yeniden incelenmeye başlanmıştır. Wittgenstein şüpheciliği bu anlamda politik felsefe için ciddi bir kaynak teşkil etmektedir.
Wittgenstein Defterlerde bu tarz okuma pratikleri için geniş bir ufuk sunmuştur. Savaş döneminin tanıklığı içerisinde geçen süreçte yazdıkları gündelik siyaset karşısındaki ümitsizliğini ortaya koymaktadır. Ancak Wittgenstein’ın dilin aşırı kullanımı ve kelimelerin cevherleştirilmesine karşıgeliştirmiş olduğu felsefe yapma tarzı, dille olan başka bir kamusal ilişkiyi düşünmemizi mümkün kılmaktadır:Dilin kamusal olarak bir topluluk ya da topluluklar içindeki karşılıklı etkileşimi ve değişimi bu haliyle politik felsefenin asli konusuna dönüşmektedir. Kamusal anlamların ve anlam vermelerin işleyiş mantığına ilişkin tasarrufların ele alınması Viyanalı düşünürü önemli kılmaktadır.
Son olarak Wittgenstein’ın bize sorulmasına izin verdiği en önemli sorulardan birişudur: Politik Yargı mümkün müdür? Kant sonrasında birkaç farklı felsefe geleneğinde ele alınan bu soru, politik-olan açısından iyinin nasıl gözetilebileceğine dair kapsamlı sorgulamayı içermektedir. Wittgenstein, dil oyunları kavramıyla,“politik yargımümkün müdür”sorusuna geniş bir düşünüm alanı açmaktadır. Bu çerçevede pratik akıl, politik felsefe açısından rasyonalitenin imkânlarını soruşturma fırsatı sunmaktadır.
İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü,Politik Felsefe Günleri I – “Politik Felsefe ve Wittgenstein”‘ etkinliğinde, bu perspektifler ve eleştirel tavır doğrultusunda Wittgenstein’ı tartışmaya açmaktadır.

Başvurma koşulları
Politik Felsefe Günleri I davetli konuşmacılar dışında, Wittgenstein’ın bu meseleleri üzerine doktora tezi, makale ya da kitap üretmiş genç araştırmacıları bu etkinliğe çağırmaktadır. Bildiri sunmak isteyen araştırmacıların, Wittgenstein üzerine yapmış oldukları çalışmanın künyesini, bildiri başlığını ve 400-500 kelimelik özeti 15.Ağustos.2015 tarihine kadar politikfelsefe@politikfelsefe.org ya da wittgenstein@politikfelsefe.org adreslerine göndermeleri gerekmektedir.


DEVAMINI OKUMAK ICIN.......

Monday, September 21, 2015

Istanbul Demolishing 3 Skyscrapers to Preserve City Skyline

After a huge and lengthy legal battle fought on various fronts by developers, municipalities and the Council of State, the Turkish government has ordered the partial destruction or total demolition of multiple large buildings said to threaten the historic architectural heritage of Istanbul

READ MORE.....

Saturday, September 19, 2015

Türkiye'de Dindarlık - Sosyal Gerilimler Ekseninde İnanç ve Yaşam Biçimleri

(Sosyal Gerilimler Ekseninde İnanç ve Yaşam Biçimleri)

Kurtuluş Cengiz, Bahattin Akşit, Önder Küçükkural, Recep Şentürk
İletişim Yayıncılık / Araştırma-İnceleme Dizisi
2012

"Ama artık insanların dinlerini bilemiyoruz. Dini nitelikleri sağlam mıdır, Müslüman mıdır; İslami şeyler taşıyor mu değil de artık şöyle bir hale geldik. Ramazanda çok üzücü olaylar oldu. Lokantalar açıktı, hiç olmaması gereken bir şeydi bu. Lokantalarımız açıktı, Erzurum'da insanlara yemek verdiler. Gündüz vakti yemek verdiler. Bu çok acınası bir durum."
"Ben Türkiye Cumhuriyeti olarak uygarlık yolunda ilerliyorsam… biz laik bir Türk milletiyiz, diğer İslam ülkelerinden ayrı bir yere koyuyoruz kendimizi… Namaz saatine göre, bilmem oruç saatine göre iş yaşamının düzenlenmesini düşünmem ben yetkili olsam. Ama giderim, erken kalkarım sabah namazımı kılarım, ondan sonra toplu olarak diğer vakitleri ayarlarım. Eğer direncim varsa orucumu tutarım ki ben ilkokul 4'ten beri sürekli orucunu tutan, hiçbir zaman aksatmayan bir insanı..."
Bu ülkede dinin sosyal 'anlamı' nedir, insanlar dine nasıl bakıyorlar? Dindarlığın ölçüsü ne, nasıl algılanıyor? Dine bakış, insanların gündelik davranışlarını, sosyal ilişkilerini, birbirlerine bakışlarını nasıl etkiliyor? Muhafazakârlığın, dindarlığın, laikliğin sınırları nerelerden geçiyor? Türkiye'de sosyolojinin büyük hocalarından Bahattin Akşit'in Recep Şentürk, Önder Küçükural ve Kurtuluş Cengiz'le birlikte yaptığı üç yıl süren kapsamlı çalışma, bu sorulara yönelik cevap anahtarları sunuyor. Yirmi beş ilde uygulanan anketlerin ve sekiz ilde yapılan derinlemesine görüşmelerin analizini yapan yazarlar, afaki ve yüzeysel değerlendirmeleri aşan soğukkanlı bir tartışmaya zemin hazırlıyorlar.

DEVAMINI OKUMAK ICIN.....

Wednesday, September 16, 2015

Pabuççu Muştası - Doğan Avcıoğlu

Doğan Avcıoğlu’nun 1982’de ‘’Türkiye Yazıları’’ dergisindeki aynı adlı yazısını Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandığı şekliyle bir kez daha yayınlıyoruz.
 
Pabuççu Muştası

Eski dost Ahmet Say, Şair Eşref’in yaşadığı tarihsel dönemi anlatan bir yazı yollamamı istiyor mektubunda. Eşref ve yaşamı hakkında bilgim, herkesin bildiğinden fazla değil.
Ne Abdülhamit yanlısı tutucularla, ne de Batıcı Jöntürklerle bağdaşamamış bir yalnız adam olarak kalmış aklımda Eşref. Belki de işin biraz kolayına kaçmış, kaytarmış, iyi bilmiyorum.
Bu durumda Ahmet Say’a, ilkin ‘’Eşref ve zamanı’’ konusunda kalem oynatma gücünü kendimde görmediğimi bildirmeye niyetlendim. Kaytardığımı sanacaktı, sansın dedim. Sonra ‘kaytarma’ üzerinde düşünmeye başladım. Türkiye aydını, dün de bugün de sürekli kaytarıyor gibi geldi bana. Bu kaytarmanın öyküsünü yazmayı denemek, hem Eşref’in dönemi, hem de bugün için anlamlı olacak galiba.
Türkiye aydınının çağdaş öyküsü, Avrupalıların ‘Boğaz’daki Hasta Adam’ı dillerine doladığı günlerden başlar. Babıâli’nin tercüme odasından yetişme ilk Türk hariciyecileri, hasta adamı iyileştirmek için çareler ararlar: Önlerindeki örnek, Avrupa ve özellikle İngiltere’dir. İngiltere kurumlarını hayranlıkla izlerler ve bu kurumları Türkiye’ye getirmeyi düşlerler. Hasta adamın kuşkusuz eğitim, maliye, idare, ekonomi, askerlik vb. gibi her alanda köklü reformlara ihtiyacı vardır. Batı kurumlarını örnek almak doğaldır. Ne var ki Reşit Paşa’nın başını çektiği bu ilk Batıcı aydınlar az sayıdadırlar ve toplum içinde güçsüzdürler. Ancak felaketler ve Avrupa devletlerinin desteği, onlara fikirlerini az çok uygulama fırsatı verebilir. Fırsat, Mısır Valisi’nin oğlu İbrahim Paşa’nın ciddi bir direnişle karşılaşmadan Kütahya önlerine gelişiyle ortaya çıkar. Acıdır ama, yönetimden bıkkın Anadolu kentleri halkı, istilacı paşaya biat eyler.[1] Anadolu askeriyle güçlenen paşanın İstanbul’a girmesi işten bile değildir. Babıâli, kendi Mısır Valisi’ne haddini bildirsin diye İngiltere’ye başvurur. İngiltere işi ağırdan alır. Rus birlikleri İstanbul’u kurtarır. İşe Ruslar karışınca, İngiltere ağırlığını koyar. Mısır Valisi’ne haddini bildirir, Rusları geriletir. İngiliz desteğini sağlayan Londra Elçisi Reşit Paşa, Hariciye Nazırlığı’na gelir. ‘Reform dönemi’ başlar.
İlk büyük reform, günümüzde de ‘Başka alternatif yok’ diye sunulan serbest pazar ekonomisine yöneliş olur. Avrupa tüccarına ve adamlarına yalnız dış ticaret değil, iç ticaret de açılır. Rumlar ve Ermeniler iç ticarette Avrupa’nın aracılığını sağlarlar. İngiltere’nin Türkiye’ye ihracatı, kısa sürede Fransa, Rusya ve İtalya’ya yaptığı toplam ihracatı aşar!
İngiliz kapitalisti bu tatlı pazardan hoşnuttur. Ülke açık pazar kalmak koşuluyla, İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü korumaya hazırdır. İngiltere bu konuda ilk Batıcı aydınlarımıza çok çekici gelen bir formül geliştirir:
- Türkiye, Avrupa Konseyi’ne[2] alınacaktır. Avrupa devletler hukuku ona da uygulanacaktır. İmparatorluğun toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı, Avrupa’nın garantisi altına konulacaktır.
Bir Avrupa devleti olmak, Batıcı aydınlarımızın rüyasıdır. Ne var ki Türkiye’nin Avrupa Ailesi’nde layık bulunduğu yeri alabilmesi, insan haklarını uygulamasıyla olanaklıdır. Avrupa devletleri, bu konuyla yakından ilgilidirler.
Görülüyor ki, insanı meta sayan en acımasız ekonomik reçeteleri empoze eden devletler, Avrupalı olmaya karar verdiğimiz günden beri insan hakları savunucuları olarak karşımıza çıkarlar. O günlerde insan hakları, Hıristiyan-Müslüman eşitliği biçiminde anlaşılır. Avrupa’ya göre, Hıristiyanlar Osmanlı Devleti’nin ikinci sınıf uyruklarıdır. Hukuk yönünden eşitlik sağlanmalıdır. Gerçi hukuk planında bir eşitsizlik söz konusudur: Hıristiyan uyruklar, devlet hizmetlerinden ve askerlikten dışlanırlar. Hıristiyan olduklarından ek bir vergi öderler, mahkemelerdeki tanıklıkları eşdeğerlik taşımaz. Ama ekonomik planda, Hıristiyan uyruklar ön plandadırlar: Kentlerde ticaret, Hıristiyanların elindedir. Hıristiyan köyleri daha refahlıdır. Kısaca, askerlik yapmayan Hıristiyan zengin, savaş meydanlarında ömür tüketen Müslüman fakirdir. Serbest pazar ekonomisi, bu eşitsizliği arttırıcı yönde çalışır. Rum ve Ermeni nüfus hızla çoğalır ve zenginleşir. Adalardan göçlerle Ege’de Rum nüfus çok artar.

DEVAMINI OKUMAK ICIN...... 

Bizi Uyarmalıydınız: Türkiye’de Siyah Olmak

Mosa Nkoko

5 Harfliler - 12 Ağustos 2015

Mosa Nkoko’nun aşağıdaki yazısı Rumeysa Ceylan tarafından çevirilmiştir.

Burada oturmuş, bu konuya nasıl başlamam gerektiğini düşünüyorum çünkü söyleyecek çok şeyim var. Öncelikle, hepinize merhaba! Adım Mosa ve siyahi bir Afrikalıyım; zaten biliyordunuz değil mi? Bu çağda hâlâ siyahi insanların diğer ırkların göz dikmelerine maruz kalmalarına inanamıyorum. Bakın, size ırkçılık kartını oynayacak değilim, hayır! O taraklarda bezim yok. Son yazılarımda yurtdışındaki kişisel deneyimlerimden bahsetmiştim ama bu sefer Türkiye’deki tüm siyahların adına yazıyorum. Afro-Amerikan ya da Afrikalı olmanız farketmiyor, siyahi olduğunuz sürece muhtemelen bu anlatacaklarım sizin de günlük hayatınızın hikayesi ve burada anlatılanlar sadece öne çıkanlardan bazıları.
Şimdiye kadar ırkım üzerine pek düşünmemiştim, ta ki Türkiye’ye gelene kadar. Demek istediğim, siyahi olduğumu biliyorum ancak bu benim için hiç bir mesele olmamıştı. Pek çok insan bana Türkiye’de siyahi olmanın nasıl bir deneyim olduğunu sordu ve genelde onlara, “bana bu soruyu 2 sene önce sorsan kabus olduğunu ve düşmanıma dilemeyeceğimi söylerdim” diye cevap verirdim. Size Türklerin ırkçı olduğunu söylerdim ancak bu tam olarak doğru değil. Bana göre “ırkçı” kelimesi çok güçlü bir kelime, özellikle Türk halkı hakkında konuşurken aslında bu kelimeyi alın ve çöpe atın; hatta yapabiliyorsanız yakın. Şöyle diyelim: Türklerin bazılarının ırksal önyargıları var, bazıları ise fazla meraklı; bu onların doğasında var. Kendilerine yabancı bir şey gördüklerinde ona bakmak, dokunmak, onu hissetmek istiyorlar. Türkler sadece siyahi insanlara değil, onlara yabancı görünen herkese gözlerini dikiyor; ancak konu bize gelince sanıyorum ki derecesi biraz daha değişiyor.
Türkiye’de siyahsanız kesinlikle size aval aval bakılacaktır. Bazı bakışlar beğeni ya da meraktan ötürü ancak diğerleri yargılayıcı olacaktır. Daha önce de belirttiğim gibi, neredeyse 2 senedir buradayım ama hâlâ insanların bize egzotik meyvelermişiz gibi gözlerini diktiğini gördüğümde üzülüyorum. Bu durum kendimizden şüphe etmemize sebep oluyor çünkü bazı bakışlar görüntümüzde yanlış bir şey varmış etkisi yaratıyor. Diğer herkes gibi, insanın kendisine yabancı bir şey gördüğünde gözlerini dikmesini anlayabiliyorum ama bakılan bir insansa, bunu karşınızdakini rahatsız ya da daha az insanmış gibi hissettirerek yapamazsınız, hayır! Bu çok kaba. İnsanların bize baktığı, bizi parmaklarıyla işaret ettiği, bize gülümsediği ve hatta bazen bize güldüğü çok durumla karşılaştık. Bunlar beni ne kadar rahatsız etse de artık anlıyorum ki bunları kabalıktan ya da bizi gücendirmek istediklerinden yapmıyorlar, kendiliğinden böyle gelişiyor. Bu yazıyı Türkiye’de okuyan bazı siyahların “Bırak bunları! Bize gerçeği anlat!” dediğinden eminim ve anlatacağım da, ama burada insanların daha büyük resmi görmelerini istiyorum. Hepimiz kendi çevremizin ürünleri değil miyiz? Hepimiz kendi geçmiş deneyimlerimiz, kültürlerimiz, normlar ve değerlerimizden ötürü bazı şekillerde hareket etmiyor muyuz? Onların davranışlarını aklamıyorum, davranışları kabul edilemez. Ama onları yargılayamazsınız çünkü siyahlar buralarda çok nadir görülüyor. Ancak son yıllarda Türkiye’nin çekim gücünün artmasından dolayı siyah öğrenciler ve diğer siyahi göçmenlerin gelmesiyle sayıları çoğaldı.

DEVAMINI OKUMAK ICIN.....

Monday, September 7, 2015

Assistant Professor, Ottoman and Turkish Studies - McGill University

McGill University, Institute of Islamic Studies
Ottoman and Turkish Studies
The Institute of Islamic Studies, McGill University, seeks to fill a tenure-stream position in Ottoman and Turkish Studies. Applications are welcome from scholars in all disciplines, who work on any aspect of the Ottoman Empire, modern Turkey, or Turkic Central Asia. Applicants whose research focuses on women, gender, and sexuality are especially encouraged to apply. In general, the committee is interested in receiving applications from scholars who adopt innovative and theoretically informed approaches to their areas of specialization. The ability to teach graduate-level courses using primary source material in the original language is required; ability to contribute to the Institute’s Ottoman/Turkish language program is desirable. Knowledge of French is an asset. Appointment is expected to be at the rank of Assistant Professor, but appointment at a higher rank is possible under exceptional circumstances. Starting date: August 1, 2016.
Interested candidates should submit a letter of application and a complete CV, and arrange for three letters of recommendation to be sent from the referees’ institutional email accounts, to the following website: https://academicjobsonline.org/ajo/jobs/5975. Informal inquiries may be directed to Mr. Andrew Staples, the Institute’s Administrative Officer, at jobsearch.islamicstudies@mcgill.ca. Further information about the Institute of Islamic Studies can be found at www.mcgill.ca/islamicstudies/.
McGill University is committed to diversity and equity in employment. It welcomes applications from: women, Aboriginal persons, persons with disabilities, ethnic minorities, persons of minority sexual orientation or gender identity, visible minorities, and others who may contribute to diversification. All qualified applicants are encouraged to apply; however, in accordance with Canadian immigration requirements, Canadians and permanent residents will be given priority.
Application deadline: November 15, 2015.

Thursday, September 3, 2015

REFUGEE MOTHER AND CHILD

REFUGEE MOTHER AND CHILD

by Chinua Achebe

No Madonna and Child could touch
that picture of a mother’s tenderness
for a son she soon would have to forget.
The air was heavy with odors
of diarrhoea of unwashed children
with washed-out ribs and dried-up
bottoms struggling in laboured
steps behind blown empty bellies.
Most mothers there had long ceased
to care but not this one; she held
a ghost smile between her teeth
and in her eyes the ghost of a mother’s
pride as she combed the rust-coloured
hair left on his skull and then –
singing in her eyes – began carefully
to part it…
In another life this would have been a little daily
act of no consequence before his
breakfast and school; now she
did it like putting flowers
on a tiny grave.

Sahildeki mülteci çocuk ve insanlık: Sadede gelin!

Avrupa önce Ukrayna’da silahlandırdığı Nazileri durdursun, Avrupa önce “ılımlı” Suriyeli muhaliflere MILAN anti-tank füzesi vermeyi durdursun, Avrupa önce Balkanlardaki istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerini durdursun, Avrupa önce Doğu Avrupa’ya tank yığmayı durdursun. ABD ile beraber.
NATO uçaklarının Kaddafi'nin konvoyuna 5 bin 700 kg civarında bomba bıraktığı söylenirken, bombalar 14 aracı yok etti ve en az 53 kişinin ölümüne neden oldu.
Bu saldırıdan sonra yürüyerek kaçmaya çalışan Kaddafi ve korumaları bir tünelin içine girdiler. Buradaki çatışmanın ardından başına şarapnel parçası isabet ettiği için yaralanan Kaddafi'yi yakalayan silahlı grup, eski lideri meydana çıkartarak taciz etmeye başladı. Bundan sonra yere düşen Kaddafi'nin, bir silahlı milis tarafından, büyük ihtimalle süngü ile anüsünden yaralandığı belirtiliyor.
Durumu kabul eden çete komutanı Halid Ahmed Raid, "İnsanlar onun saçını çekiyor ve ona vuruyordu. Bir yargılama olması gerektiğini anlamıştık ancak herkesi kontrol edemedik, bazı davranışlar kontrolümüz dışında gerçekleşti." dedi.
Erman Çete

SOLHABER - Perşembe, 03 Eylül 2015

“Mülteci sorunu”nun vicdanlarda açtığı yaralardan bahsedeceksek, önce yukarıdaki korkunç ayrıntıları hatırlayacağız. O Libya ki, 2012 yılında Uluslararası Af Örgütü’nün hazırladığı bir rapora göre, kendi “kağıtsız yabancılar”ına Kaddafi dönemindekinden çok daha hayvanca davranıyordu. Rapora göre, Libya’ya gelen mülteciler, sığınma talebinde bulunanlar ve göçmenler kötü muamele, sınırsız gözaltı ve işkenceye maruz kalıyorlardı.
Mülteci sorununda vicdanınızın sesini mi dinlemek istiyorsunuz? Birleşmiş Milletler’in mülteci veritabanına bir tık kadar uzaktasınız. 2010 yılında Libya’dan mülteci ya da mülteci benzeri statü ile ayrılanların sayısı 2309. İç göç verisi bulunmuyor. Peki Kaddafi sonrası? 2014 yılında Le Monde’da çıkan bir makalaye göre, o tarihte yalnızca Tunus’ta 600 bin ila 1 milyon arasında mülteci yaşıyordu. Üstelik bunların çoğunu, “Cemahiriye”, yani Kaddafi destekçileri oluşturuyordu. Bu nüfus, NATO müdahalesinden önce Libya nüfusunun yüzde 10 ila 15’ine tekabül ediyor.
Vicdanınız mı sızladı? İnsanlığınızdan mı utandınız?
O “insanlık”, Kaddafi’nin işkence ile tanınmaz hale getirilmiş cesedi, Misrata’daki bir et deposunda sergilenirken öldü. Hatırlamadınız mı? Kaddafi’nin cansız bedeninin başına üşüşen leş kargaları, ellerinde telefonlarıyla “selfie” çekiyor; tam o sırada, uğursuz Hillary Clinton Libya liderinin ölüm haberini kikirdeyerek karşılıyordu.

DEVAMINI OKUMAK ICIN......

Wednesday, September 2, 2015

Al-Istanbul: How Turkey’s largest city became a hub for Arab tourists

Report: İpek Yezdani / İpek İzci

Hurriyet Daily News - Wednesday,September 2 2015

More and more Arab tourists visit Istanbul nowadays, but why do they choose this city? What do they think about Turks? What do Turks think about them? And what do Arabs in Turkey think of each other? Our reporters interviewed both sides on the streets of Istanbul and summarized their findings in this point-by-point report.

1) Why do Arabs visit Turkey? 
•They say they feel more comfortable and safe in Istanbul. 
•They find Turkey both European and close to home. They find it safe. They enjoy hearing the call to prayer and having the means to religious service whenever it is necessary. 
•Pretty much all of them have been influenced by Turkish TV shows.  
•They like five-star hotels on the Bosporus as well as the ones in Talimhane and Sultanahmet. 
•Among the reasons is the fact that they can consume halal products. 
•They like iskender and simit the most. They are crazy about kumpir. Their dessert of choice is usually baklava but only if it is with ice-cream. 
•Alongside Istanbul, they also prefer Bursa, Bolu, Abant, Yalova and Trabzon. They almost never cross to the Asian side of Istanbul.

READ MORE.....

Tuesday, September 1, 2015

SYMPOSIUM ON CIVILIZATION, CITIES AND ARCHITECTURE , 12-14 April 2016 Istanbul

Turkish Historical Society invites applications for the following international conference. You can upload abstracts of your paper from the following link:
http://sempozyum.ttk.gov.tr/eng/2015-eng-sempozyum4.html
(The deadlines are extended, see the end of this message, and they are still accepting submissions).
Travel and accommodation expenses will be covered by TTK and Istanbul University.

All the best

Akif Kirecci
Bilkent University

SYMPOSIUM ON CIVILIZATION, CITIES AND ARCHITECTURE , 12-14 April 2016
Istanbul

About the symposium
Cities and urban culture are among the elements that most clearly reflect the civilization they belong to. Cities occupy a place in the center of daily life as the places where people live, trade is regularly carried out, government institutions are run, and justice is distributed. The architectural texture of a city is the embodiment of the culture and civilization of its inhabitants. The material development that took place in Turkey in the last decade has not yet found its reflection on Turkish cities in the form of a particular civil identity or aesthetics. In most cities in Turkey, the reinforced concrete buildings that reflect the country’s new-found prosperity increasingly take over their skylines in the form of vertical and disparate elements. In this context, the present symposium aims to revisit the heritage of Turkish-Muslim, along with Roman, Byzantine, Greek, Chinese and other civilizations in the field of urban planning and architecture and to discuss whether the needs of the modern way of life and traditional architecture are compatible with each other, how they can complement each other, and whether the historical heritage can in some way or other brought to bear on modern city planning.

Topics
The possible topics to be discussed by the Symposium On Civilization, Cities And Architecture include, but are not limited to:
•    The concept and construct of “city” and its planning in the context of civilization and culture.
•    Architecture and civil engineering in the context of civilization and culture.
•    Architecture and engineering education in the context of their links with tradition.
•    The relation between cities and civilization.
•    Do the skylines that emerge in modern Turkish cities reflect the architectural heritage, civil sensibility and human-oriented philosophy observable in Turkish and or Islamic history?
•    Are the present infrastructure and appearance of Turkish cities a result of rational choices made on the basis of knowledge and experience, or simply of ad-hoc responses to necessities?
•    What are the elements that make up the dichotomies modern/traditional city, modern/traditional architecture? Which are the points of convergence and divergence between these concepts and philosophical approaches?
•    What does traditional architecture have to offer to modern life?
•    Can traditional architecture be compatible with modern architecture? If the answer is in the positive, how could this compatibility be brought to bear on our present living spaces?
•    Is there education of traditional architecture in Turkey?
•    To what extent are the present faculties of architecture and civil engineering in Turkey able to transmit the Turkish civil heritage and traditional architecture to the new generations?
•    How can modern cities be planned by drawing upon the considerations of
traditional architecture?
•    How can the relations between cities, architecture and civilization in the time of the Seljukids, Beyliks, Ottoman Empire and Turkish Republic be analyzed?
•    How did the Roman, Greek, Persian, Chinese, Indian and other classical civilizations inspire traditional and Modern Turkish-Muslim architecture and urban culture?
•    Philosophy of architecture and urban planning in Muslim, Turkish and other Asian and European civilizations.
•    The classics on architecture and cities in Muslim, Turkish and other Asian and European civilizations.
•    The relations between modern man and physical living spaces in the context of civil values and cultural heritage.
•    The great architects and city planners who have inspired Turkish-Muslim civilization in the past.
•    Traditional and modern houses of worship.
•    Mosque architecture and its transformation.
•    Domestic architecture and its transformation.
•    How are preferences linked with civilization reflected in architecture and city planning?

Important Dates
Place of Symposium: İstanbul
Symposium Dates: 12-14 April 2016
Abstracts (300 words) for Submission Deadline: 15 September 2015,
Announcement of Accepted Abstracts: 24 September 2015,
Deadline for submission of Articles: 14 December 2015,
Accepted Announcement of the Articles: 15 February 2016

Türkistan Yollarında Afganistan Türkmenleri 23 Nisan 2014 | TRT AVAZ


Kalem gibi kaşlarıŋ - Afganistan Türkleri