Society, Politics, and Economy in Modern Turkey: Sociology of Turkey - Maintained by Tugrul Keskin
We are at a point in our work when we can no longer ignore empires and the imperial context in our studies. (p. 5)
― Edward W. Said, Culture and Imperialism

Wednesday, September 16, 2015

Pabuççu Muştası - Doğan Avcıoğlu

Doğan Avcıoğlu’nun 1982’de ‘’Türkiye Yazıları’’ dergisindeki aynı adlı yazısını Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandığı şekliyle bir kez daha yayınlıyoruz.
 
Pabuççu Muştası

Eski dost Ahmet Say, Şair Eşref’in yaşadığı tarihsel dönemi anlatan bir yazı yollamamı istiyor mektubunda. Eşref ve yaşamı hakkında bilgim, herkesin bildiğinden fazla değil.
Ne Abdülhamit yanlısı tutucularla, ne de Batıcı Jöntürklerle bağdaşamamış bir yalnız adam olarak kalmış aklımda Eşref. Belki de işin biraz kolayına kaçmış, kaytarmış, iyi bilmiyorum.
Bu durumda Ahmet Say’a, ilkin ‘’Eşref ve zamanı’’ konusunda kalem oynatma gücünü kendimde görmediğimi bildirmeye niyetlendim. Kaytardığımı sanacaktı, sansın dedim. Sonra ‘kaytarma’ üzerinde düşünmeye başladım. Türkiye aydını, dün de bugün de sürekli kaytarıyor gibi geldi bana. Bu kaytarmanın öyküsünü yazmayı denemek, hem Eşref’in dönemi, hem de bugün için anlamlı olacak galiba.
Türkiye aydınının çağdaş öyküsü, Avrupalıların ‘Boğaz’daki Hasta Adam’ı dillerine doladığı günlerden başlar. Babıâli’nin tercüme odasından yetişme ilk Türk hariciyecileri, hasta adamı iyileştirmek için çareler ararlar: Önlerindeki örnek, Avrupa ve özellikle İngiltere’dir. İngiltere kurumlarını hayranlıkla izlerler ve bu kurumları Türkiye’ye getirmeyi düşlerler. Hasta adamın kuşkusuz eğitim, maliye, idare, ekonomi, askerlik vb. gibi her alanda köklü reformlara ihtiyacı vardır. Batı kurumlarını örnek almak doğaldır. Ne var ki Reşit Paşa’nın başını çektiği bu ilk Batıcı aydınlar az sayıdadırlar ve toplum içinde güçsüzdürler. Ancak felaketler ve Avrupa devletlerinin desteği, onlara fikirlerini az çok uygulama fırsatı verebilir. Fırsat, Mısır Valisi’nin oğlu İbrahim Paşa’nın ciddi bir direnişle karşılaşmadan Kütahya önlerine gelişiyle ortaya çıkar. Acıdır ama, yönetimden bıkkın Anadolu kentleri halkı, istilacı paşaya biat eyler.[1] Anadolu askeriyle güçlenen paşanın İstanbul’a girmesi işten bile değildir. Babıâli, kendi Mısır Valisi’ne haddini bildirsin diye İngiltere’ye başvurur. İngiltere işi ağırdan alır. Rus birlikleri İstanbul’u kurtarır. İşe Ruslar karışınca, İngiltere ağırlığını koyar. Mısır Valisi’ne haddini bildirir, Rusları geriletir. İngiliz desteğini sağlayan Londra Elçisi Reşit Paşa, Hariciye Nazırlığı’na gelir. ‘Reform dönemi’ başlar.
İlk büyük reform, günümüzde de ‘Başka alternatif yok’ diye sunulan serbest pazar ekonomisine yöneliş olur. Avrupa tüccarına ve adamlarına yalnız dış ticaret değil, iç ticaret de açılır. Rumlar ve Ermeniler iç ticarette Avrupa’nın aracılığını sağlarlar. İngiltere’nin Türkiye’ye ihracatı, kısa sürede Fransa, Rusya ve İtalya’ya yaptığı toplam ihracatı aşar!
İngiliz kapitalisti bu tatlı pazardan hoşnuttur. Ülke açık pazar kalmak koşuluyla, İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü korumaya hazırdır. İngiltere bu konuda ilk Batıcı aydınlarımıza çok çekici gelen bir formül geliştirir:
- Türkiye, Avrupa Konseyi’ne[2] alınacaktır. Avrupa devletler hukuku ona da uygulanacaktır. İmparatorluğun toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı, Avrupa’nın garantisi altına konulacaktır.
Bir Avrupa devleti olmak, Batıcı aydınlarımızın rüyasıdır. Ne var ki Türkiye’nin Avrupa Ailesi’nde layık bulunduğu yeri alabilmesi, insan haklarını uygulamasıyla olanaklıdır. Avrupa devletleri, bu konuyla yakından ilgilidirler.
Görülüyor ki, insanı meta sayan en acımasız ekonomik reçeteleri empoze eden devletler, Avrupalı olmaya karar verdiğimiz günden beri insan hakları savunucuları olarak karşımıza çıkarlar. O günlerde insan hakları, Hıristiyan-Müslüman eşitliği biçiminde anlaşılır. Avrupa’ya göre, Hıristiyanlar Osmanlı Devleti’nin ikinci sınıf uyruklarıdır. Hukuk yönünden eşitlik sağlanmalıdır. Gerçi hukuk planında bir eşitsizlik söz konusudur: Hıristiyan uyruklar, devlet hizmetlerinden ve askerlikten dışlanırlar. Hıristiyan olduklarından ek bir vergi öderler, mahkemelerdeki tanıklıkları eşdeğerlik taşımaz. Ama ekonomik planda, Hıristiyan uyruklar ön plandadırlar: Kentlerde ticaret, Hıristiyanların elindedir. Hıristiyan köyleri daha refahlıdır. Kısaca, askerlik yapmayan Hıristiyan zengin, savaş meydanlarında ömür tüketen Müslüman fakirdir. Serbest pazar ekonomisi, bu eşitsizliği arttırıcı yönde çalışır. Rum ve Ermeni nüfus hızla çoğalır ve zenginleşir. Adalardan göçlerle Ege’de Rum nüfus çok artar.

DEVAMINI OKUMAK ICIN...... 

No comments:

Post a Comment